Aşk her zaman dünyanın doğuşuna tanık olma olasılığıdır.
Alan Badıou, Aşka Övgü
Aşk belki Oscar Wilde’ın Dorian Gray’in Portresi kitabında olduğu gibi yalnızca üretmek için bir ilham belki de Goethe’nin Genç Werther’in Acıları kitabında olduğu gibi yaşamak için bir ilhamdır. Her ne kadar antropologlara göre aşk, beynin kimyasının değişmesi üzerine kurulu olduğu için evrensel kabul edilse de diğer bir yandan aşkın ülkelerden ülkelere değişiklik gösterebilen kültürel bir durum olduğu gerçeği de aşkın sosyolojik gelişimi göz önüne alındığında savunulabilir. Ayrıca insanların biyolojik olarak aşka açık bir şekilde donatıldığı inancı da vardır. Dolayısıyla aslında insan zaten sevmeye ve sevilmeye hazır şekilde doğar ve büyür. Aşk, insanın doğasında vardır. Kültürlere, zamana ve mekana göre kendini yaşatması değişiklik gösterse de aşk evrensel bir değerdir.
Aşk Nedir? Aşka Dair Görüşler
Amerikalı psikolog Robert Sternberg’ün aşk üçgeni teorisine göre mükemmel aşk, samimiyet, tutku ve bağlılıktan oluşur. Sternberg, sekiz aşk çeşidi olduğundan bahseder. İlk aşk çeşidi olan hoşlanmada, samimiyet varken tutku ve bağlılık yoktur. Delicesine aşkta yalnızca tutku vardır. Boş aşk olarak adlandırdığı aşk çeşidi ise yalnızca bağlılıktan oluşur. Romantik aşk, samimiyet ve tutkudan oluşur. Arkadaşça aşk, samimiyet ve bağlılığa dayanır. Aptalca aşkta tutku ve bağlılık vardır. Son aşk çeşidi olan mükemmel aşkta ise Sternberg, samimiyet, tutku ve bağlılığın üçünün bir arada bulunması gerektiğini belirtir.
Aşk, birinde sonsuzluk ihtimalini görmektir. Aşk, yıllarca aranılan evi bulma hissi gibidir. Ancak aşık olunmadığında ev hissini bulunamaz mı? Aşkı tanımak kaç yaşında başlar? Freud’a göre aşk, anneden kopmanın yarattığı boşluk hissini biriyle doldurmaktır. Çünkü Freud, ilk aşkın anneye karşı olduğunu savunur. Ancak bebeğin büyümesiyle anneden uzaklaşması, derin bir sevgi boşluğu yerleştirir içine. Dolayısıyla da aşk, bebekliğe, yani annenin derin sevgisine ve ilgisine dönme isteği ile açıklanır.
Aşık olan kişi öyle önemli bir meseleyle meşgul olduğu duygusuna kapılmıştır ki bu duygu onu dünyevi her şeyin üstüne, hatta kendinin üstüne yükseltir ve onun fiziksel isteklerine öyle doğaüstü bir kılıf biçer ki en yavan kişi bile şiirsel bir yapıya bürünür.
Schopenhauer, Aşkın Metafiziği
Arthur Schopenhauer’un önce tez amaçlı yazıp daha sonra kitap haline getirdiği Aşkın Metafiziği eseri, aşkı oldukça karamsar bir bakış açısıyla ele almaktadır. Alman filozofun, aşkı, bir üreme içgüdüsü ile oldukça ilkel bir şekilde açıkladığını söylemek mümkündür. Bu noktada, neslini devam ettirme amacının da yine öldükten sonra dahi bir şekilde hayatta kalma içgüdüsüyle ilerlediğine yorabiliriz. Birbirlerini en çok büyüleyenlerin, birbirini en çok tamamlayanlar olduğunu savunan filozofa göre aşk, ilkel bir tamamlanmadan ibarettir. İnsanın bilinçaltındaki türün devamlığını sağlama amaçlı bu biyolojik dürtü, aslında modern insanın aşk olarak tanımladığı duygudur. Dolayısıyla neden ve nasıl aşık olunduğu sorgulandığında Schopenhauer’a göre doğaya, doğadaki hayvanlara bakılmalı ve insanın bir tür hayvan olduğu unutulmamalıdır.
Aşkı Yeniden İcat Etmek
Arthur Rimbaud ise kişisel olarak yayınladığı tek eseri olan A Season in Hell çalışmasının “Birinci Hezeyan” bölümünde “aşkın yeniden icat edilmesi gerektiğini” dile getirir. Rimbaud’a göre geçmişten günümüze gelen aşk hikayeleri, aşk tanımları devrini tamamlamıştır. Aşk artık tamamen unutulma tehdidi altındadır. Aşk her gün gelişen, hızlanan ve otomatikleşen insan hayatı tarafından eskitilmiştir, yıpratılmıştır. Bu nedenle de aşk bir zorunluluk olarak yeniden icat edilmelidir. Yaşayan en önemli filozoflardan ve ‘’Aşka Övgü’’ kitabının yazarı Fransız filozof Alain Badiou da Rimbaud’un aşkı yeniden icat etmek gerektiği fikrine katılır ve aşkın teknoloji tarafından yok olma tehditi ile karşı karşıya kaldığını belirtir.
Aşk ilk günkü gibi kalabilir, heyecan da öyle. Aylar da geçse, yıllar da geçse. Hayat, insana bıkkınlık verecek kadar uzun değildir.
Amin Maalouf, Doğu’nun Limanları
Platonik Aşk ve İlk Görüşte Aşk Üzerine
İlk görüşte aşk, yapılan psikolojik ve genetik araştırmalara göre karşımızdakini görünce birden çarpıldığımız için değil, seratonin ve dopamin hormonlarının ani yükselişiyle oluşur. Bu ani yükseliş ise, kişinin genetik yapısındaki aşka yatkınlığı ve hatta ilk görüşte aşka yatkınığı ile açıklanıyor. Doç. Dr. Korkut Ulucan, ise bu konuyu şu şekilde açıklıyor:
Özellikle serotonin ve dopamin metabolizması aşık olmamız konusunda çok etkili. Serotonin bu konuda bizlere ipuçları veriyor. Serotonini hücre içine taşımayı sağlayan proteini kodlayan genin iki formu var, uzun ve kısa. Kısa forma sahip olanların aşklarını daha ateşli, daha şiddetli yaşadığı, daha sık ve kolay aşık oldukları bulunmuş. Uzun form sahipleri ise daha oturaklı, elinden geldiğince duygularını belli etmeyen bir aşk durumunu seçmeye meyilli oldukları belirlenmiş.
Tek başına yaşanan aşk, aşk mıdır? Sevmek mi daha yücedir, sevilmek mi? Platonik aşk, karşı taraf için kötü müdür? Burada kötülük, felsefi açıdan ele alındığında iyiliğin azlığı olarak kabul edilirse, karşı taraf için platonik aşka maruz kalmak iyi bir şey olmadığı sürece kötü olarak kalacaktır. Fakat platonik aşk teriminin ortaya çıkışına baktığımız zaman olayın boyutu çok farklıdır. Platonik aşk kavramı, Platon’un diyaloglarından biri olan “Symposion”da sunulan fikirlerden türemiştir ve ideal aşkı sembolize eder. Diyalogda Sokrates, fiziksel çekicilikle başlayan ve nihayetinde ilahi ve yüce aşka yol alan bir tırmanma merdiveni olarak ideal aşkı -platonik aşk- tanımlar. Platonik aşkta manevi yön, fiziksel dünyayı aşan bir bağlantıya izin verir. Bu, ruhun beslemesiyle ilgili yüce bir durumdur…
Alman filozof Hegel’in köle-efendi diyalektiğine göre efendinin gücü, onu tanımlayan kölenin varlığına bağlıdır. Dolayısıyla aslında köle olan efendidir. Aşkta da aynı şekilde Türk sosyolog ve filozof Ulus Baker’in de belirttiği gibi seviyor olmak seviliyor olmaktan daima üstün olacaktır. Çünkü seven, aşık olan kişi bunun farkındadır. Buna karşın sevilen, aşık olunan kişi ise hiçbir zaman tam olarak bilemez. Dolayısıyla sevilen kişi, bu noktada bilmediği bir şeye maruz kalmıştır. Bu da bilgi eksikliğinden kaynaklandığı için felsefi açıdan ‘kötü’ olarak adlandırılır.