Tek Boynuzlu At Efsanesi
İtalyan kaşif Marco Polo, 13. yüzyılda Asya’yı dolaşırken ilk kez tek boynuzlu at olduğunu düşündüğü şeyi gördüğünde -ki muhtemelen gördüğü şey tüylü gergedanın ta kendisiydi- işte o an tek boynuzlu at hikayelerinin gerçeklikle pek de uyuşmadığını farkeder ve Marco Polo’nun Seyahatleri kitabında bu durumu şöyle dile getirir:
Bataklıkta ve çamurda yaşamaktan zevk alırlar. Görünüşü korkunç bir canavar ve hiçbir şekilde bizim ülkelerde düşündüğümüz ve söylediğimiz gibi değil.
Polo, söz konusu yaratığı büyük, siyah bir boynuza sahip, bufalo gibi tüyleri ve fil gibi ayakları olan bir yaratık olarak tanımlar. Aslında o dönemde tek boynuzlu atla ortak bir tarafı bulunan yegane şey oldukça uzakta, Kuzey Buz Denizi’ndeki deniz gergedanlarıydı. Ne yazık ki Orta Çağ’da denizciler ve tüccarlar deniz gergedanlarının dişlerini, saflığıyla suyu bile arıtan, hastaları iyileştirip zehri tespit edebilen ve sonsuz gençlik vermek gibi simyasal bir güce sahip olan tek boynuzlu atın boynuzları olarak tüm Avrupa’ya pazarladılar.
Orta Çağ’ın başlarında birçok kişi, eski açıklamalara ve gezginlerin raporlarına dayanarak tek boynuzlu atların gerçek hayvanlar olduğuna inanıyordu. Orta Çağ efsanelerine ve folkloruna dayanan kurgusal hikâyeler nedeniyle avcılar tarafından ele geçirilmesi mümkün olmayan ormanın vahşi hayvanı tek boynuzlu atın, bir bakirenin saflığına inanıp kucağında uyuması ve bu sayede ele geçirilmesi, Hristiyan teologlar tarafından bu varlığın İsa Mesih’le özdeşleştirilmesine neden olmuştur.
Tek boynuzlu atlar artık bir yandan tezhipli el yazmalarının kenarlarını süsleyip dini metinlere harika bir dokunuş katarken, diğer yandan da heykellerde ve katedral cephelerinde gururla duruyor, koruyucu ve inanç sembolü olarak hizmet ediyorlardı. Ama elbette ki Orta Çağ sanatına katkıları bununla sınırlı değildi. Orta Çağ ve Tek Boynuzlu At denildiğinde akla iki tane göz kamaştırıcı eser gelir. Bunlardan biri günümüzde Metropolitan Sanat Müzesi bünyesindeki Met Cloisters’da sergilenen, kraliyet avını ve tek boynuzlu atın bir bakire tarafından ele geçirilmesini tasvir eden 7 parçadan oluşan “Tek Boynuzlu At Avı” duvar halılarıdır.
Bizim bu yazıda bahsedeceğimiz diğeri ise şüphesiz tek boynuzlu atların en ikonik temsilleri arasında yer alan “Leydi ve Tek Boynuzlu At” duvar halılarıdır.
Orta Çağ’ın Mona Lisa’sı
1841’de tozlu bir Fransız şatosunda fareler tarafından kemirilen ve nemli koşullar tarafından tehdit edilen bu halılar, rulo halinde tesadüf eseri yeniden keşfedildiklerinde, Orta Çağ’ın Mona Lisa’sı ya da Fransa’nın ulusal hazinesi olarak kabul göreceklerinin henüz farkında değillerdi.
1837 yılında Carbonier’lerden kalan son kişi bu şatoyu Boussac şehrine satar. 1841 yılında ise tarihi binaları koruma komisyonundaki Prosper Mérimée şatonun oldukça bakımsız olduğunu, özellikle bir sürü güzel halının bulunduğu odanın ise çok daha bakımsız olduğunu ve bu nedenle halıların durumunun gitgide kötüleşebileceğini ifade eder. Özellikle 6 tane halının ulusal kütüphaneye ya da kralın listesine girmek üzere verilmesini önerir. En nihayetinde halılar 1882’de 25.500 frank gibi büyük bir meblağ karşılığında Paris’teki Musée de Cluny tarafından kurtarılır.
Louvre’da bulunan Mona Lisa’nın gizemine çok benzeyen, anlaşılması zor ve gizemli bir aurası olan bu halılar 6 parçadan oluşur. Her birinde cennet gibi bir adada, parlak kırmızı veya pembe arka planla kontrast oluşturan koyu mavi renklerde canlı çiçek kümeleriyle serpiştirilmiş, hayvanlarla veya çiçek açan dallarla dolu, hanedan amblemleriyle çevrelenmiş, sağında tek boynuzlu bir at ve solunda bir aslan, yanında hizmetçisiyle bir kadın tasvir edilir.
Dikkatlice bakıldığında, aslında halıların beş duyunun bir alegorisini temsil ettiği açıkça görülebilir. Her duvar halısında Leydi’nin yaptığı jest, dokunma, tat alma, koku alma, duyma ve görme duyularını anlatır. İlkinde Leydi tek boynuzlu atın boynuzuna ve sancağa dokunur; ikincisinde kuşu beslemek için altın tabaktan bir ikram alır, üçüncüde maymun koklaması için sepetten hoş kokulu bir gül çıkarır, dördüncüde kadın harp çalar ve beşinci goblende ise tek boynuzlu ata bir ayna tutarak onu adeta büyüler. Buraya kadar bir sorun yok. Peki ya altıncı duvar halısı hangi temayı işler?
Yalnızca “À mon seul désir” (Tek arzum) yazısıyla açıklanan bu altıncı halı, sayısız teoriye ilham kaynağı olmuştur. Dünyayı tanımanın daha ileri bir yolunu sunan bu altıncı duvar halısında altıncı bir his temsil edilir. Bu duygunun bir değil birden çok boyutu olduğu düşünülmektedir. Entelektüel olarak sağduyu veya içsel duyu olarak ele alınabilir, ahlaki açıdan neo-Platoncu felsefenin güzelliğin kaynağı olarak ruha yaptığı vurguyu özetleyebilir, saray retoriği açısından ise, saray retoriğinin kaynağı olan kalp olarak düşünülebilir. Leydi’nin mücevherlerini kutuya geri koyması, onun dünyevi zevklerden vazgeçişinin simgesi olarak değerlendirildiğinde ise, À mon seul désir ifadesi “tek arzum” olarak değil, “kendi özgür irademle” olarak da okunabilir.
Cem Sultan Muamması
Halının kökeninin izini sürerken, enteresan bir şekilde 1482 yılında II. Beyazıt yüzünden batıya kaçan Cem Sultan ile kesişiyor yollarımız. Her birinde, Müslüman dünyasında sıklıkla görülen hilal şeklindeki sancakların yer aldığı ve gösterişli bir çadırın tasvir edildiği bu halılar; aslında orijinal olarak doğudan gelen bir prense bağlanmakta, batıda Zizim olarak tanınan Cem Sultan ve ailesine ait bir işaret olarak yorumlanmaktadır.
Boussac Şatosu’nu anlatan yerel bir tarihçinin talihsiz Zizim’e ait eski Türk duvar halılarından bahsetmesi 1814 yılına dayanır. Konu daha sonra ünlü Fransız Romantik yazar George Sand tarafından da ele alınır. Limousin’de sık sık yaptığı tatillerde duvar halılarını görüp onlardan ilham alarak, onların hakim efsanesinin hikâyesini pek çok kez yayınlarına aktarır. Bu anlatıma göre duvar halıları, 1483 ile 1488 yılları arasında Bourganeuf’teki kaleye, Aziz Yuhanna Şövalyeleri’nin siyasi piyonu olarak orada bulunan, Zizim (ya da Cem) olarak bilinen, devrik bir Osmanlı şehzadesinin gerçekten de esir tutulduğu dönemde yerleştirilmiştir. Her ne kadar yerel efsane, Zizim’in duvar halılarını Yakın Doğu’dan yanında getirdiğini savunsa da, Sand bunların Pierre d’Aubusson’un Zizim’in kullanımı için nazikçe sipariş ettiğine ikna olmuştur.
Cluny halılarının yüzyıllar önce Fransa’da hapsedilen bir Türk prensinin egzotik hikayesiyle bağlantısı oldukça ilgi çekici görünse de, Cem Sultan’ın 1483-1488 yılları arasında bu şatoda yaşadığı ve halıların 15.yy’ın sonları ya da 1500 civarında dokunmuş oldukları göz önünde bulundurulduğunda, bu olayın onunla bir ilgisi olmadığı görülmektedir.
Üstelik duvar halılarının her birinde Le Viste ailesinin armalarını taşıyan sancakların yer alması, herhangi bir soru işaretine mahal bırakmaz. Halılarda sancak taşıyıcı olarak resmedilen aslan ve tek boynuzlu at, aynı zamanda Le Viste ailesinin özelliklerini de sembolize ediyor. Aslan, Lyonnaise mirasına gönderme yaparken, en hızlı mitolojik yaratık olan tek boynuzlu at aynı zamanda ailenin adına yapılan bir kelime oyunu görevi görür. Le Viste, Fransızcada daha çok hızlı anlamına gelen “Le Vite” gibi telaffuz edilebilir. Yani tek boynuzlu at gibi hızlı. Üç sancak taşıyıcısından iki hayvan somut olarak Le Viste’i, kavramsal boyutta ise Leydi’yi temsil eder. Le Viste ailesinin görsel olarak onlarla ilişkilendirmek istediği; nezaket, zenginlik, başarı ve aristokrasinin idealize edilmiş bir vizyonudur.
Halıların yapım tarihi kesin olarak bilinmese de, Leydi ve Tek Boynuzlu At’ta kullanılan, goblen arka planların bitkisel motiflerle süslenmesi anlamına gelen, Fransızlara özgü millefleur yani bin çiçek stilinin 1500 civarında zirve yapması ve Le Viste ailesinin kronolojik seyri bize biraz ışık tutmaktadır. Duvar halılarının bir Le Viste tarafından yaptırıldığı şüphe götürmez görünse de, siparişi hangi Le Viste’nin verdiği kesin olarak bilinmemektedir. Le Viste ailesinden bir üye tarafından, büyük olasılıkla başarılı yargıç Jean IV Le Viste tarafından, belki de onun 1484’te ailenin reisi olarak gelişini veya 1489’ta mahkeme başkanı olarak atanmasını kutlamak için ya da kuzeni Antoine II’nin 1500 civarında Jacqueline Raguer ile nişanlanması şerefine yaptırıldığına inanılır. Belki de her iki olayın birlikteliği halıların sipariş edilmesine sebep olmuş olabilir. Her halükarda, Le Viste ailesinin kazanılmış zenginliklerini ve toplumdaki yükselen konumlarını kutlamak için yapıldığı varsayılan Leydi ve Tek Boynuzlu At duvar halıları onların orta sınıftan ayrılıp üst sınıfa geçişlerinin de bir ifadesidir.
Rilke’nin Büyülü Karşılaşması
1907 yılının kasvetli bir Paris öğleden sonrasında, yağan yağmurdan Musée de Cluny’e sığınan genç şair Rainer Maria Rilke, onu yüzyıllardır pek çok kişiyi tesiri altına alan bu duvar halısı serisinin beklediğini bilmiyordu. Rilke’nin edebiyat damarını ateşleyen bu halılar hiçbir şekilde sıradan değildi.
Duvar halılarının sessiz dünyasına, zengin sembolizmine ve esrarengiz güzelliğine kendini kaptıran Rilke daha sonraki yıllarda, otobiyografik öğeler taşıyan, tek romanı Malte Laurids Brigge’nin Notları’nda, her bir duvar halısı için bir pasaj kaleme alır. İplik gibi örülen kelimelerin duvar halılarının özünü yansıttığı sayfalarda, kitabın baş karakteri Malte, Abelone’a hitap ettiği notlarında müzedeki duvar halılarını detaylı bir şekilde tasvir ederken, adeta onun da yanında olduğunu varsayarak duvar halılarının arasında onunla birlikte gezinir. Halıların ortak özelliklerine dair genel bir betimleme yaptıktan sonra, birincisinden başlayalım mı diye sorar. Hadi biz de ilkinden başlayalım o halde, şöyle bir geri çekilip Malte ile beraber uzun uzun bakalım duvar halılarına:
Tat
Kadın, şahine yem vermekte. Elbisesi ne şahane. Kuş, eldivenli elinin üstündedir ve kımıldıyor. Kadın, kuşa bakıyor ve ona bir şey yedirmek için, hizmetçisinin getirdiği bir tasa uzanıyor. Sağda, altta kadının eteğinde ipek tüylü ufacık bir köpek, başını kaldırmış, bakıyor, hatırlanacağı ümidindedir. Ve, gördün mü, güllerden meydana gelmiş alçak bir parmaklık, adayı arkadan çevreliyor. Armadaki hayvanlar, kendilerine özgü gururla dikiliyorlar. Sırtlarındaki pelerinde yine aynı arma var. Güzel bir toka, pelerini kapatıyor. Hafif bir rüzgâr esiyor.
Koku
Kadının dalgınlığını görünce insan, ikinci halıya giderken, elinde olmadan, adımlarını yavaşlatır. Kadın bir çelenk, çiçeklerden, küçük, yuvarlak bir taç yapmaktadır. Çelenge yeni bir çiçek iliştirirken, düşünceli, dalgın, hizmetçinin tuttuğu düz bir tasın içinden bu sefer alacağı karanfilin rengini beğeniyor. Arkasındaki sırada güllerle dolu bir sepet kullanılmadan duruyor, bir maymun görüvermiştir sepeti. Bu sefer sıra karanfilde. Aslan oralı değil; ama sağda tek boynuzlu at, anlıyor.
İşitme
Bu sessizlik, müzik ister; zaten gizli gizli müzik vardı, değil mi? Kadın, ağır ve sakin süslenmiş, ayaklı orgun yanına (Ne kadar yavaş, değil mi?) gelmiştir ve ayakta, çalıyor; hizmetçi kız, öbür tarafta, çalgının arkasında körükleri işletiyor. Kadın, hiç bu kadar güzel olmamıştı. İki örgü saçları, bir tuhaf öne alınmış ve başlığın üstünde toplanarak uçları kısa bir sorguç gibi topuzdan sarkmıştır. Aslan, çalgının seslerine, canı sıkkın, katlanıyor, istemeyerek ve ulumasını tutarak. Tek boynuzlu at ise güzeldir, dalgalanır gibi.
Mon Seul Désir
Ada genişliyor. Bir çadır kurulmuştur. Altın alevli ve mavi damaskodan. Hayvanlar çadırın kapısını açmışlardır, kadın şahane elbisesi içinde adeta sade, ilerliyor. Sade, çünkü incileri onun yanında nedir ki. Hizmetçi, ufak bir çekmece açmıştır ve şimdi, hep kilitli kalmış ağır, gösterişli bir gerdanlık çıkarıyor. Küçük köpek yanı başında, kendi için yapılmış yüksek bir yerde oturuyor ve gerdanlığa bakıyor. Yukarıda çadırın kenarındaki özlü sözü fark ettin mi? “A mon seul désir” yazıyor.
Dokunma
Ne oluyor, şu ufak adatavşanı niçin sıçrıyor, onun sıçradığını insan niçin görüyor hemen? Hepsinde bir sıkıntı. Aslanın yapacak işi yok. Bayrağı kadın, kendisi tutmakta. Bayrağa tutunmakta mı yoksa? Kadın, öbür eliyle tek boynuzlu atın boynuzunu yakalamıştır. Bu yas mıdır, yas ayakta durabilir mi ve bir matem elbisesi, bu yeşilli-siyahlı ve yer yer soluk kadife gibi ağzı sıkı olabilir mi?
Görme
Ama bir de, şenlik var, kimse çağrılı değil. Burada daha bir şey beklemeyiniz. Her şey hazır. Hepsi sonsuza kadar bu kadar. Aslan, adeta korkuturcasına bakıyor çevresine: Kimse gelmesin. Kadını hiç yorgun görmemiştik, yorulmuş mu? Yoksa ağır bir şey tuttuğu için mi oturmuştur? Kutsal ekmek kabı, diyesimiz gelir. Ama öteki kolunu tek boynuzlu ata uzatıyor ve hayvan hoşlanarak şahlanıyor ve kadının dizlerine dayanarak ayaküstü kalkıyor. Kadının tuttuğu bir aynaymış. Bak: Tek boynuzlu at, kendini aynada görüyor.
Rilke duvar halıları ile ilgili bu pasajları sonlandırırken, artık Tek Boynuzlu Atlı Leydi’nin halılarının eski Boussac Şatosu’nda olmadığını, Le Viste soyundan da kimsenin kalmadığını, hepsinin geçip gittiğini söyler. Her ne kadar sözlerinde haklı olsa da, günümüzde adeta büyü ile dokunmuş bu duvar halıları hala sanatçılara ilham veriyor, akademisyenler tarafından sembolizmleri inceleniyor ve ziyaretçiler zamansız güzellikleri karşısında büyüleniyor. Tek Boynuzlu At ve Leydi’nin tarih içindeki yolculuğu, bilinmeyene olan kalıcı hayranlığımızı ve doğal dünyada anlam bulma arzumuzu yansıtırken hayal gücünün, mit ve efsanelerin zamanı ve kültürleri aşma yeteneğini hatırlatıyor.