Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Perfect Days: Anı Yaşama Sanatı ve Sıradanlığın Mükemmelliği

Ne olsun, koşturmaca…

Nasılsın, nasıl gidiyor gibi sorulara en çok verdiğimiz cevaplardan birisi de bu. Sürekli bir koşturmaca, bir şeylere yetişebilme çabası, ertelenen istekler, yeni şeyler deneyimleme telaşı, statü ya da yükselme savaşları, sevmediğimiz bir işte çalışırken işkenceye dönüşen saatler, günler. Post-modern çağdaki gerçekliğin ve kapitalizmin büyük ayak izlerinin bizi ittiği bir dünya.  

Peki başka bir hayat mümkün mü ya da alışılmışın dışında telaştan uzak, rutinlerle bezeli sıradan bir hayat ne kadar cezbedici olabilir?

Özgün görsel hikaye anlatımıyla ve belgesele yakın tarzıyla tanıdığımız Wim Wenders bize bu soruların cevabını, sanatsal bir görsellikle bezenmiş şiirsel bir anlatı sunan Perfect Days filmiyle veriyor. Bunu yaparken de karakterini, yaptığı işi, yaşadığı dönemi bir örümcek ağı gibi örüyor, tüm parçalar birbirini öyle bir tamamlıyor ki sonunda ortaya adeta bir manifesto çıkıyor. Wenders zarif hikayesiyle bizi, hayatın basitliğinde neşe, üzüntü ve hayranlık bulmanın ne anlama geldiğinin özünü yakalamaya davet ediyor.

Wenders’dan Mutluluk Tarifi 

Filmin baş karakteri Tokyo’da yaşayan Hirayama, bir tuvalet temizleyicisi. Film boyunca onun günlük rutinlerini izliyoruz. Her sabah aynı saatte kalkıp tıraş olup hazırlanmasını, sonrasında bitkileriyle ilgilenmesini, her gün işe giderken içtiği kahveyi, bir tuvalet temizleyicisi olarak her defasında her biri sanat eserlerini andıran Tokyo tuvaletlerini titizlikle, adeta kendini adayarak temizlemesini, öğle yemeklerinde parktaki sandviç rutinini, her akşam iş çıkışında uğradığı aynı restoranı, her gece yatmadan okuduğu kitapları görüyoruz. Dışarıdan bakıldığında çok sıkıcı gelen, toplumun, arkadaşlarımızın bize dayattığı farklı şeyler yapma, yeni heyecanlar keşfetme dürtüsünden uzak olan bu rutinler, Wim Wenders tarafından Zen Felsefesi esintileriyle naif olduğu kadar vurucu bir şekilde işleniyor.

Burada farkı yaratan şey, Hirayama’nın günlük rutinlerinden ziyade bunları yaparken hissettikleri ve anların canlılığını yakalaması. Örneğin işine her ara verdiğinde ya da parkta öğle yemeğini yerken, güneş ışınlarının aralarında dans ettiği ağaç dallarına (komorebi) yüzünde huzurlu bir tebessümle bakması gibi. Wenders bize, eğer yaptıklarınıza özen gösteriyorsanız, onlardan keyif alıyorsanız rutinleriniz içinde de mutlu olabilir, huzuru bulabilirsiniz mesajını veriyor. 

Günlük hayatta güzellik bulan herkes için izlenmesi gereken bir film.

Ayrıca film, erdemli bir insan tavrı olarak dürüstlük, iç huzur, mütevazilik, saygı ve sevgi durumlarını da ana karakterin karşılaştığı durumlar üzerinden ele alıyor. Hirayama, tuvaletleri en ince detayına kadar özenle temizliyor, işini hiçbir şekilde savsaklamıyor, sorumluluk bilincinin yanı sıra kendini mutlu edecek şeyler de bularak işini sahipleniyor. Yaptığı işten ve bunu her gün kusursuz şekilde tekrarlamaktan gurur duyuyor. Az konuşan, herkese karşı saygılı ve mütevazi olan Hirayama bu nezaketi sadece insanlara değil, güneşe, ağaçlara, suya ve hayvanlara karşı da sergiliyor. Bunu da Hirayama’nın bakışlarına yansıyan huzur ve minnetten, mimiklerinden ve çektiği fotoğraflardan anlıyoruz.

Hirayama’nın arabasına binsek ve çevreye hiç bakmasak, onun dinlediği müziklerden ve kaset teknolojisinden hikayenin 1970’lerde geçtiğini düşünebiliriz. Film boyunca filme adını veren Lou Reed’in Perfect Day parçası dışında, The Animals’ın The House of the Rising Sun’ına ve Van Morrison – Brown Eyed Girl, The Rolling Stones – Sleepy City, Nina Simone – Feeling Good, Ottis Redding – The Dock of the Bay, Patti Smith – Redondo Beach gibi eserlere şahitlik ediyoruz. Bu isimler ve dinlediğimiz punk, rock ağırlıklı şarkılar, görsel anlatıyı mükemmel bir şekilde tamamlıyor, duygusal derinliği güçlendirirken de aşırıya kaçmıyor.

Hirayama’nın rutinlerinden birisi de yatmadan önce kitap okumak. Wenders, Hirayama’nın okuduğu kitapları hikayedeki parçaları tamamlamak için özenle seçmiş. Bu kitaplar; toplumsal düzenin yozlaşmasını ve çöküşünü anlatan William Faulkner’ın Çılgın Palmiyeler kitabı, modernleşen Japonya’nın halini anlatan Junichiro Tanizaki’nin Gölgeye Övgü kitabı, aile ilişkilerini anlatan gerilim dolu Patricia Highsmith’in Eleven kitabı ve ormanların yok olması sonucu ortaya çıkan distopik dünyada geçen Aya Koda’nın Trees romanı. Bu kitaplara ve ele aldığı kavramlara baktığımızda aslında hepsinin, modern ve kapitalist günümüz dünyasının kaotik, güvensiz ortamını ve toplumsal yapıların çöküşünü temsil ettiğini söyleyebiliriz.

Şimdiye Odaklanıp Anı Dolu Dolu Yaşamak

Filmde zaman kavramının naif bir eleştirisi de yer alıyor. Adeta Hirayama, zamana meydan okuyarak kendi zaman kavramını yaratmış gibi. Rutinleriyle birlikte kendi zamanında yaşıyor ve tüm dinginliğiyle hayatını kucaklıyor, her ana verdiği değerle de aslında yaşadığı için, nefes aldığı her an için hayata şükran mesajlarını iletiyor.

Filmde Hirayama’nın rutinlerinin bozulduğu anlara da tanıklık ediyoruz. Yeğeninin onu ziyaret etmesi, diğer tuvalet temizleyici arkadaşı Takashi’nin kız arkadaş adayıyla Hirayama’nın hayatına girmesi ve sonrasında Takashi’nin birden işi bırakması bize aslında baş karakterin kriz durumlarını tasvir ediyor. Wenders, bu durumlarda da krizi aşmak için bize bir yol gösteriyor. Hirayama’nın rutinlerinden vazgeçmediğini, gerekirse karşılaştığı durumları ve krizleri kendi rutinlerine, yaşam tarzına adapte ettiğini ve neticede hayata ve zamana olan saygısıyla bunları nasıl aştığını, hatta bu durumların içinde dokunduğu karakterlere de nasıl bir şeyler kattığını görüyoruz. Özellikle kardeşiyle karşılaşma sahnesinde geçmişini merak ettiğimiz Hirayama’nın, film boyunca geçmişine dair net bir ipucuna rastlamamamız da onun zamana ve ana verdiği değeri kanıtlar nitelikte.

Wim Wenders’ın şiirsel ve manifesto niteliğindeki filmini, ruhumuzu temizleyen bir film diye tanımlayabiliriz. Basitlik ve minimalist unsurlarla donatılmış mütevazi bir yaşam tarzının, günümüzde bile mümkün olduğunu fark ettiriyor, anı yaşamanın ve o anın güzelliklerine odaklanmak gerektiğini hatırlatıyor. Bunu da en güzel şekilde filmdeki şu replik özetliyor.

Bir dahaki sefer bir dahaki seferdir. Şimdi ise şimdi.