Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Geçmişten Gelemeyen Bir Ses: Siz Hiç Mozart Dinlediniz mi? 

Hiç bir Mozart sonatını dinlerken, bu melodinin onun zihninde nasıl yankılandığını merak ettiniz mi? Muhtemelen Mozart’ın müziğiyle geçmişe ışınlandığınızı düşünürken aslında pek de hesaba katmadığınız, müzik dünyanızı biraz sarsacak bir gerçek var ki; o da Mozart’ın duyduğu sesleri asla duyamayacak olmamız.

Günah keçisinin modern piyanolar olduğunu duymak sizi şaşırtabilir. Çünkü Mozart ve Beethoven gibi bestecilerin tuşlarına bastığı piyanolar, bugün çaldığımız piyanolardan oldukça farklıydı. Piyanonun öncüleri olan klavsen ve klavikord, bambaşka bir ses deneyimi sunuyordu. Bu enstrümanlardan çıkan sesler daha düşük tondaydı ve modern piyanonun dinamik aralığından yoksundu. Gümbür gümbür crescendo’lar veya yumuşak, zarif pianissimo’lar yaratmak pek mümkün değildi.

Beethoven’ın erken dönem Viyana piyanosunda beste yaparken sforzando (ani veya yüksek vurgu) yazdığında ne demek istediğini anlamak zordur. Modern piyanonun gerçek bir sforzandosu yoktur, sadece yüksek notaları vardır. Nitekim Mozart sonatlarındaki sol elde beşlik şeklinde olan Alberti basları modern bir piyanoda çalınırsa kalınlaşır, yüksek sesli olup çok vurgulanmış olur. Eski piyanolarda ise tam olması gerektiği gibidir.

Bu farklı bir dünya ve bu parçaları ancak bir fortepiano’dan dinlediğinizde yazıldıkları ve ilettikleri duygu yerine oturuyor. Mozart’ın restore edilen 1791 Walter Anton fortepianosunun sesini ilk kez duyan dinleyiciler, belki de bunca yıldır Mozart’ın beste yaparken yarattığı sesleri tam olarak deneyimlemeye en yaklaşan kitleydi. 

Piyanonun Evrimi 

Piyanonun gelişimi bir anda olmamıştı. Kademeli olarak gelişen enstrüman, 1397’de Hermann Poll’un clavicembalumundan bahsedilmesiyle başlayıp klavikord ve klavsen çeşitleriyle devam eden 600 yıllık bir sürecin sonuncunda günümüzün modern kuyruklu piyanosuna evrilmişti.

Piyanonun mucidi olan Padua’lı Bartolomeo Cristofori (1655–1731), 1688’de Büyük Prens Ferdinando de’ Medici’nin Floransa sarayına klavsenlerin ve sonunda tüm müzik aletleri koleksiyonunun bakımı için atanmıştı. 1700 tarihli bir Medici enstrümanları envanterinde, çekiçler ve damperler, iki klavye ve dört oktavlık bir aralık ile “Bartolomeo Cristofori tarafından yeni icat edilen” bir klavsen benzeri bir enstrüman olan “arpicimbalo”dan bahsedilmektedir. Şair ve gazeteci Scipione Maffei, 1711’deki coşkulu tanımında Cristofori’nin enstrümanına “gravicembalo col piano, e forte” (yumuşak ve yüksek sesli klavsen) adını vermiş ve ilk kez pianoforte adıyla anılmıştır.

Grand Piano – Bartolomeo Cristofori, 1720

Cristofori’nin piyanoları için yarattığı karmaşık mekanizmalar o kadar başarılıydı ki, enstrümanın başlangıcında, evriminin sonraki yetmiş beş yılı boyunca diğer piyano tasarımcılarını şaşırtmaya devam eden teknik sorunların çoğu çözülmüştür. Cristofori’nin yaratıcı yenilikleri arasında çekicin telden vurulduktan hemen sonra düşmesini sağlayan ve teli zayıflatmayan ve telin bir klavsenden daha sert vurulmasını sağlayan bir “çıkış” mekanizması; hızlı hareket eden çekicin tele tekrar çarpmasını engelleyen bir “kontrol”mekanizması; kullanılmadığında teli susturmak için bir jak üzerinde bir zayıflatma mekanizması; ses tablasını kasanın gerilim taşıyan parçalarından izole ederek daha serbestçe titreşebilmesini sağlayan mekanizması ve bir klavsenden daha yüksek gerilimlerde daha kalın teller kullanılması yer almaktadır.

Cristofori’nin piyanosu büyük bir teknik başarı olmasına rağmen, piyanoların tutması biraz zaman aldı. Almanya’da erken dönem piyano yapımcılarından biri olan Gottleib Silbermann, Cristofori’nin piyanosu hakkında bir şeyler okuduktan sonra, kendi piyanosunu yapmaya karar verdi. Cristofori’nin tasarımını, tüm tellerden damperleri çıkarmanıza ve parmaklarınızı tuşlardan kaldırdığınızda bile çınlamalarına izin veren elle çalıştırılan bir kol ekleyerek geliştirdi. Silbermann yeni piyanosunu Johann Sebastian Bach’a gösterdiğinde, Bach ilk başta yüksek notaların düşük notalara kıyasla çok yumuşak olduğundan şikayet etti. Silbermann birkaç iyileştirme daha yaptı ve sonunda Bach’ın onayını aldı. Bach bu enstrümana Cristofori’nin orijinal isminden çok daha kısa olan “piano et forte” (“yumuşak ve yüksek”) adını verdi. Zamanla enstrüman “pianoforte”, “fortepiano” olarak tanındı ve şimdi, modern zamanlarda, bu dinamik enstrümana basitçe “piyano” diyoruz.

Erken dönem ve modern piyanoların ürettiği tonlar ayırt edilebilmekle beraber, çoğu dinleyici için bunların aynı enstrümandan geldiği açıktır. Dolayısıyla, piyanonun özü, icadından bu yana geçen üç yüzyıl boyunca korunmuştur. İlginçtir ki, piyanonun evrimsel değişim hızı 1800’lerin sonlarında büyük ölçüde yavaşlamıştı. O zamandan beri küçük tasarım değişiklikleri olsa da, piyano esasen mevcut formuna yaklaşık 150 yıl önce ulaştı. Cristofori tarafından icat edilen enstrümandan günümüzün modern piyanosuna kadar geçen süreçte; teller, tel düzeni, çekiçler ve kasa dahil olmak üzere enstrümanın hemen hemen tüm yönlerinde önemli değişiklikler olmuştur ve bunlar piyano sesini ince yollarla değiştirmiştir.

Yukarıdaki kayıtta Dongsok Shin, dünyada bilinen en eski piyanoda Domenico Scarlatti’nin re minör K.9 Sonat’ını seslendiriyor.

Erken Dönem Piyanolar ve Restorasyon Süreçleri

Erken dönem piyanoların sadece beş oktavı vardı ve telleri çok sıkı gerilemediği için ahşap çerçevelerle yapılmışlardı. Günümüz piyanolarına kıyasla hafif ve narin bir sesleri vardı. Yine de, Mozart zamanında o kadar popülerdi ki, Mozart bestelerinin çoğunu sadece bu enstrüman için yazdı. Mozart kendi fortepiyanosunu 1785’ten 1791’deki ölümüne kadar hem beste yapmak hem de icra etmek için kullandı. 50’den fazla eser yazdığı 1782 tarihli enstrüman, o dönemde Viyana’nın en bilinen piyano yapımcılarından biri olan Anton Walter tarafından yapılmıştır. 

Amerikalı piyanist ve Mozart uzmanı Robert Levin, “Kişi elindeki enstrümanların akustik ve estetik özellikleri için yazar” diyor. Doğal olarak Mozart, en iyi kendi enstrümanında duyulur. Fortepianonun daha parlak ve neşeli olduğunu ve onu çalacak yetenek ve servete sahip olanlar için bir ilham kaynağı niteliğinde olduğunu söyleyen Levin şöyle devam ediyor:

Mozart’ın piyanosunun başına oturduğunuzda, Bach’ın kendisinin çaldığı bir orgun başına oturduğunuzda, tuşların aşağı doğru inen ağırlığı, tekrarı ve sesteki dengeyi anlıyorsunuz. Ve tüm bunlar sizi müziğe çok, çok yakınlaştırıyor ve ‘A‑ha, bu yüzden bu şekilde yazılmış’ demenizi sağlıyor, ki bu günümüzde üretilen standart enstrümanlarda çalıyorsanız elde edeceğiniz türden bir şey değil.

Levin, Mozart’ın fortepiyanosunda  Mozart’ın KV 570’te Si bemol majör 17 No’lu Sonatını çalıyor.

Yakın zamana kadar insanlar erken dönem enstrümanların sadece nasıl ses çıkarması gerektiğini ve nasıl çalınacağını bilmemekle beraber aynı zamanda restorasyon teknikleri hakkında da yeterli bilgiye sahip değillerdi. Restoratörler, icracılar ve dinleyiciler erken dönem piyanolarının 20. yüzyıl kuyruklu piyanoları gibi ses çıkarmasını bekledikleri için daha fazla yanlış anlaşılma ortaya çıktı. Modern kuyruklu piyanonun neredeyse hiç bakıma ihtiyacı olmadığından, ilk versiyonları mekanik olarak güvenilir olmamakla itham edildi. 

Oysa ki, icracı ya da restoratör ne kadar iyi olursa olsun, eski enstrümanlar yaşamları boyunca değiştiği için eski enstrümanların ilk yapıldığı zamanki sesini geri getiremezler. Ayrıca, enstrüman ne kadar eskiyse, şimdi ürettiği ses ile yeniyken ürettiği ses arasındaki farkın o kadar büyük olacağını söylemek doğru olur. Enstrüman her an değişmektedir. Yapım aşamasındayken hatta yapılırken bile değişmeye başlamıştır. Değişmeyen enstrüman diye bir şey yoktur ve bir enstrümanın değişmeyen ses kalitesi efsanevidir. 

Viyana piyanolarının, tüm zamanların piyanoları gibi, yapıldıktan kısa bir süre sonra bile sıklıkla tamir edildiği açıktır. Bu tamirler, ses tablasının değiştirilmesi ve köprünün yeniden konumlandırılması gibi işlemlere kadar gidebilir. Bazı durumlarda bu tamirler o kadar iyi yapılmıştı ki, orijinal üreticinin elini daha sonraki yeniden yapımcıların ve restoratörlerin ellerinden ayırt etmek için kapsamlı araştırmalar gerekebilir.

Den Haag’daki Gemeentemuseum’un enstrüman küratörü Michael Latcham, çoğu zaman nesilden nesile aktarılan belirli yapımcıların şöhretinin bu tür araştırmaları gölgelediğini belirtir. Buna göre, Anton Walter gibi yapımcıların daha sonra düzeltilmesi gereken hatalar yapmayacağını düşünsek dahi onlar bile yapabiliyorlar ve yapmadıklarında bile, günümüz müzelerinde onarım ve restorasyon için ilk götürülenler tam olarak ünlü yapımcıların enstrümanları oluyor. Bu enstrümanlar daha sonraki yapımcılar, tamirciler ve restoratörler tarafından değiştiriliyor, hatta orijinal yapımcıları tarafından tamir ediliyorlar. Enstrümanı orijinal durumuna ya da çalınır duruma geri getirme amacıyla yapılan her bir tamir ve restorasyon işlemi, orijinal yapımcıların zihinlerine dair bize fikir verebilecek seyrek ve değerli verileri tehlikeye atıyor. Dolayısıyla öncelikli olarak, basit pasif korumanın mümkün olması, müzelerde enstrümanlara müdahale etme baskısının olmaması ve herhangi bir eserde değişim sürecine aktif olarak katkıda bulunmadan önce iki kere düşünülmesi gerekiyor.

Mozart’ın Piyanoları ve Enstrümanlarda Yapılan Değişiklikler

Günümüzde kalıcı serginin bir parçası olarak Mozart ailesinin Salzburg’daki evinde bulunan, Mozart’ın Anton Walter piyanosu Dr. Wilhelm Rück tarafından sadakatle restore edildi. Orijinal tellerin bile eritilip analiz edilerek yeniden yapıldığı ve eksik olanların eski formüle göre yeniden üretildiği bunca uğraşa değmiş olacak ki, sonrasında bu piyano ile pek çok konser verildi ve kayıt yapıldı. İnsanların kulakları artık Mozart’ın piyanosunun gerçek sesine açılmıştı. Ama duydukları gerçekten Mozart’ın müziğinin temsili miydi, yoksa Mozart’ın müziğinin potansiyeli sadece tek bir enstrüman ile mi sınırlandırılıyordu?

©REUTERS – Herwig Prammer I Mozart’ın Anton Walter Yapımı Fortepianosu

Mozart’ın mektuplarından anlaşıldığı kadarıyla, onayladığı piyano yapımcıları arasında Christian Baumann, Frantz Jacob Spath, Johann Andreas Stein ve Anton Walter’ın olduğunu biliyoruz. Bunların hepsi de oldukça başarılı yapımcılar olmakla beraber, fortepiano uzmanları tarafından bile Mozart’ın eserleri, Walter’ın kuyruklu piyanolarının replikaları dışında nadiren çalınır.

Günümüzde Mozart’ın müziği sıklıkla, Anton Walter tarafından yapılan daha sonraki bir piyanonun kopyalarında çalınıyor. Bunun altındaki sebepler, Mozart piyanosu çalmanın çekici bir şekilde pazarlanması ya da modern konser salonlarına en uygun enstrümanların kullanılması şeklinde açıklanabilir. Günün sonunda Mozart’ın piyanosunun bir replikasını çalmanın ya da “Mozart’ın aklından geçenler”i dinleyebilmenin bir pazarlama hikayesine dönüştüğü görülüyor.

Oysaki, Mozart’ın piyanosunun replikasının bile o dönemki orijinal sesi vermeyeceği aşikarken, fortepianonun Mozart’ın yirmili yaşlarına gelmeden önce neredeyse hiç bulunmadığını ve Mozart’ın öncesinde, klavsen ve klavikord gibi diğer klavyeli çalgıları çaldığını göz önünde bulundurduğumuzda, Mozart’ın eserlerinin kendi ölümünden sonra üretilen bir replikada aynı şekilde duyulacağını varsaymak, bu müziğin o dönemde nasıl duyulduğunu anlamamızı sınırlandıracağı için Mozart’ın müziğine yapılan bir haksızlıktır. Neticede, Mozart’ın Anton Walter piyanosu harika bir enstrüman olsa da, Mozart’ın piyano müziğinin icrası için tek seçenek olmaktan uzaktır.

Mozart, fortepianonun baskın klavye enstrümanı olarak kendini kanıtlamak üzere olduğu bir zamanda yaşamıştır. Enstrüman üreticileri hemen hemen her yeni modele icatlar ve geliştirmeler eklemiştir ki, bu ton kalitesini, sesi, piyanonun dokunuşunu ve hatta bazen damperleri elinizle veya dizinizle kaldırıp kaldırmadığınızı doğrudan etkilemiştir. Tüm bu değişiklikler, müziğin nasıl çalınacağını ve duyulacağını doğrudan etkiler.

Michael Latcham’ın dikkatimize sunduğu gibi, Mozart’ın piyanosu, Mozart’ın ölümünden birkaç yıl sonra Walter tarafından değiştirildi (Constanze Mozart’ın bir mektubuna göre). Latcham şöyle diyor :

18. yüzyılın sonunda Viyana’da piyanonun gelişimi o kadar hızlıydı ki, 1785’te yapılan bir piyano, 1800’de yapılan bir piyanodan kökten farklıydı.

Michael Latcham, Mozart’ın piyanosuun muhtemelen Mozart’ın çaldığı zamandan farklı bir mekaniğe sahip olduğunu ve bu değişikliklerin Mozart’ın ölümünden (1791) sonra yapıldığı takdirde, Mozart’ın performans pratiğini anlamak için uygun bir kaynak olarak hizmet edemeyeceğini söyler. Anton Walter replikalarında Mozart’ın çalınmaya devam edilmesi ve yalnızca bu enstrümanın kullanılması, tarihsel kanıtların basitleştirilmesidir. Anton Walter piyanosu dışındaki diğer enstrümanları Mozart’ın eserleri için nadiren alakalı olarak değerlendirmek daha fazla içgörüyü engeller. Dolayısıyla Mozart’ın zamanında nasıl duyulduğunu gerçekten anlamak istiyorsak, dönemsel olarak uygun enstrümanlar üzerinde daha fazla araştırma ve performans yapılması gerekir.

Nitekim Steinway’in sabit sese sahip ilk piyanoyu Mozart, Beethoven ve Chopin öldükten sonra, 1860 yılında ürettiği göz önünde bulundurulduğunda, onların eserlerini modern piyanolarda çalmanın ne anlama geldiğini sorgulamak önemli bir hale geliyor. Neticede, ortaya çıkan modern piyanolar, modern alıcıların istediği gibi görünüp ses çıkarıyor ve bu da bize Müzikolog Malcolm Bilson’ın şu sözlerini sorgulatıyor:

Gerçekten de, birkaç yıl sonra bir Steinway piyanosunda Beethoven piyano kaydının incelemesini yapan birinin incelemesine şöyle başlaması hiç de akıl almaz bir şey değil: “Beethoven’ın en iddialı klavye müziğini, onun zamanından yıllar sonra tasarlanmış ve yapılmış bir enstrümanda ele alarak aslında ne kazanıldığını merak etmeye başlayabilir insan.