Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Bitmek Bilmeyen Bir Pandemi: Kanımızı Emen Vampirler

Kadim korkulardan modern hayranlıklara kadar vampir efsaneleri, toplumsal değişimleri ve insan statülerini aktararak sürekli olarak gelişiyor. Anlatılacak hikayeler olduğu sürece vampir efsanesi kolektif hayal gücünde gelişmeye de devam edecek. Özünde vampirler, herhangi bir çağın kaygılarını ve arzularını yansıtabilmek için şekillendirilebilir olmaları nedeniyle zamansız varlıklar olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle vampir efsaneleri hala güncelliğini koruyor ve birçok kitapla filme konu oluyor.

Vampirlere ilişkin en eski edebi referansların izi, 17. yüzyılın sonları ve 18. yüzyılın başlarındaki Avrupa folkloruna ve şiirine kadar uzanıyor. Vampirlerle ilgili yazılar folklor, batıl inançlar ve yükselen Gotik edebiyatın etkisiyle de artıyor. 

Bu bağlamda Heinrich August Ossenfelder’in vampirin baştan çıkarıcı ve yırtıcı doğasını gösteren “The Vampire” (1748) adlı şiirinde dikkate değer bir erken tasvir bulunabilir. Ancak modern vampir kurgusunun doğuşu genellikle John Polidori’nin “Vampyre” (1819) adlı kısa romanına atfedilir. Bu hikaye ise ünlü Hayalet Hikayesi Sohbetleri’nde ortaya çıkmıştı. Lord Byron, Percy Shelley, Mary Shelley ve John Polidori, Cenevre’deki Villa Diodati’de toplanıp birbirlerine korku hikayeleri anlatırlardı. Mary Shelley’nin Frankenstein’ının gölgesinde kalsa da, Polidori’nin kısa öyküsü de bu toplantılar sırasında yaratıldı ve böylelikle modern vampir edebiyatının temeli atılmış oldu. “The Vampyre” ilhamını Lord Byron’dan alan aristokrat Lord Ruthven’in hikayesini anlatıyordu. Bu hikaye aracılığıyla korkulan ve canavarca tasvir edilen vampirler, ilk defa soylu ve yakışıklı bir imaja dönüştü.

Hayalet Hikayesi Sohbetleri Gravürü

Sonrasında bilinen bir diğer vampir temalı eser ise yine Viktorya Dönemi’nde yazılan Sheridan Le Fanu’nun vampirin baştan çıkarıcı gücünü yansıtan ve yine aristokrasinin içinde gelişen, 1872 tarihli gotik edebiyatın önemli eserlerinden sayılan “Carmilla”sıydı. Carmilla’da vampirlik; erotizm, doğaüstü korku ve psikolojik derinliğin bir karışımıyla tasvir ediliyordu. Le Fanu’nun incelikli tasviri kan emmenin fizikselliğini aşıyor; baştan çıkarma ve yakınlık hislerini işliyordu. Sheridan Le Fanu’nun bu eserinde, tarihte Kontes Drakula olarak bilinen aristokrat Elizabeth Bathory’den esinlenmiş olabileceği düşünülüyor. 

16. yüzyılda yaşamış Elizabeth Bathory, o dönemde Macaristan Krallığı’nda bulunan, şimdi ise Slovakya topraklarında yer alan Cachtice Kalesi’ndeki kanlı eğlenceleriyle biliniyordu. 

Elizabeth Bathory Tablosu – Istvan Csok

Hizmetçilerine ve konuklarına acı çektirmekten haz alan Kontesin bakirelerin kanıyla yıkandığı ve bu sayede gençlik ve dinçlik aradığına dair iddialar bulunuyor. Birçok tarih kitabına göre Elizabeth Bathory, zevk için başka varlıklara acı çektiren ve onların kanını alarak 650 kişi öldürdüğü rivayet edilen bir caniydi. Onun kana susamışlığının nasıl başladığı Tragica Historia adlı kitapta şöyle ifade ediliyor:

Bathory’nin eline bulaşan bir kanın cildinde daha genç ve sağlıklı bir görünüm sağladığını fark etmesiyle tüm olaylar başladı. Bathory, bu farkındalıkla bundan böyle kan dolu küvetlerde banyolar yaptı, kan için bedenleri kesip onların kanıyla vücudunu kaplayarak bakım yaptı.

Ingrid Pitt Kontes Drakula Rolünde, 1971

Yapılan araştırmalar Elizabeth Bathory’nin soyunun Eflak prensi Vlad Tepeş’e, nam-ı diğer Kazıklı Voyvoda’ya dayandığını söylüyordu. Bilindiği üzere Kazıklı Voyvoda ise günümüzde defalarca işlenmiş ve kült haline gelmiş bir fenomen olan 1897 yılında Bram Stoker tarafından yazılan ünlü vampir efsanesi “Kont Drakula” kitabının esin kaynağıydı. 

Osmanlı İmparatorluğu’ndaki uzun süren esareti sonrasında Prens Vlad, hem intikam hem de babasının tahtını geri almak için savaştı. Ona verilen kazıklı ünvanı da bu savaşlar sırasında düşmanlarını kazığa oturtarak idam etme tercihinden geliyordu. Onun acımasız taktikleri ve zalimliği ile ün kazanmış olması, kendisini karanlık bir şekilde hayranlık uyandıran tarihi bir figür yapmıştı. Ona Drakula denmesinin sebebinin ise babasının üye olduğu Ejderha Tarikatı’na atıfta bulunarak mektuplarını Drakula (Ejderhanın Oğlu) olarak imzalamasından kaynaklandığı düşünülüyor. 

Buradan da anlaşıldığı üzere, aslında Bram Stoker Kont Drakula’da, Vlad Tepeş ile özdeşleşen bir vampir hikayesinden değil onun zalimliğinden ve mahlasından esinlenmişti. Birçok edebiyat eleştirmeni bu nedenle Drakula ve Kazıklı Voyvoda arasında net bir bağlantı olmadığını sadece isim ve karakter yaratımında esin kaynağı olduğunu söylüyor. 

Her ne olursa olsun Bram Stoker, Kont Drakula ile korku edebiyatı ve vampir mitolojisindeki en kalıcı figürlerinden birisini yarattı. Yaratılışının üzerinden 120 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen popüler kültürde güçlü bir figür olmaya devam ediyor. Üstelik Bram Stoker, vampir kavramının sosyolojik ve politik bir metafor olarak kullanılmasına da öncülük etti.

Viktorya Dönemi’nden Günümüze Vampir Metaforu

Bu (vampir kavramı) çok çeşitli bir figür ve bu nedenle, tek bir ayna değil, düşüncemizde kullanabileceğimiz birçok farklı yansıma sunuyor. – Nick Groom, University of Macau İngiliz Edebiyatı Profesörü

Viktorya dönemi ile birlikte vampirlik bir metafor olarak kullanılarak, aslında sosyal ve politik hayattaki sınıf ayrımı, sınıfsal farklar ve sömürüyü temsil etmeye başladı. Hızlı sanayileşme, gelişen kapitalizm ve keskin sınıf ayrımlarıyla karakterize edilen Viktorya Dönemi, vampir figüründe toplumsal kaygıların ikna edici bir sembolünü buldu. Bram Stoker’ın “Drakula” adlı eseriyle popüler hale getirilen bu ölümsüz yaratık; sömürü, sınıf mücadelesi ve sermayenin asalak doğası hakkındaki derin kaygıları bünyesinde barındırıyordu.

Sömürgecilikten etkilenen kültürlerde görülen vampir efsaneleri, insanların uzak durmaları gerektiğini bilmeleri için yabancıların tehlikesine dikkat çekmek amacıyla sıklıkla kullanılır. Sömürgecilikle ilgili yazılı kayıtlar ve anlatımlar zalimlerin bakış açısından gelir, ancak folklor hikayeleri ezilen insanlar için hayatın nasıl olduğuna dair tarafsız tasvirlerdir. (Poppy N. Baxter, The History of Vampire Folklore: Fear and Introspection 2000 BCE.-200 CE.)

©Hulton Archive, Getty Images – İrlanda ve İngiltere Arasındaki Finansal İlişkileri Anlatan Eleştirel Bir Gravür, 1798

Viktorya Dönemi vampiri genellikle üst sınıfın yırtıcı doğasını temsil eden aristokrasiden kaynaklanır. Vampirler artık, karanlık kalelerde ve gotik şehirlerde dolaşan uzun dişli aristokratlardır. Bu, yabancı bir aristokrat olan Kont’un İngiliz vatandaşlarını avladığı Drakula’da örneklenmiştir. Vampirin yaşayanların kanını tüketme ihtiyacı, üst sınıfın emeğe bağımlılığını ve zenginliklerini ve güçlerini sürdürmek için alt sınıflara boyun eğdirmelerini yansıtıyordu.

Polidori’de vampir, hayatta kalmak gibi pek zavallı bir amaç uğruna Avrupa’da dolaşıp genç kadınları boğazlamak zorunda kalan küçük bir feodal lorddur hala. Buna mukabil Stoker’ın Drakula’sı altınını egemenlik alanını genişletmek yani Londra şehrini ele geçirmek için harcayan rasyonel bir girişimcidir. (Franco Moretti, Korkunun Diyalektiği)

Tıpkı kapitalist işletmelerin işçi sınıfından emek ve kaynak çıkarması gibi, vampirler de kurbanlarını tüketiyordu. Bu çıkarma süreci, işçi sınıfını tıpkı bir vampirin kurbanları gibi “kansız” ve canlılıktan yoksun bırakıyordu. 

Stoker’ın Drakula’sı, Kazıklı Voyvoda ve ondan önceki tüm vampirlerin aksine kan dökmekten hoşlanmaz: o kana ihtiyaç duyar.(Franco Moretti, Korkunun Diyalektiği)

Vampirin tehdit ettiği bir diğer kültür kategorisi ise ahlaki değerlerdi. Vampir edebiyatı ahlak kuralları ve cinselliği keşfetmek ve kimi zaman da bunlara meydan okumak için güçlü bir araç olarak kullanıldı.

Viktorya toplumu büyük ölçüde, iffeti, cinsel kısıtlamayı ve katı cinsiyet rollerini vurgulayan muhafazakar bir değer sistemine sahipti. Bu normlardan herhangi bir sapma genellikle ahlaki açıdan yozlaşmış veya tehlikeli olarak görülüyordu. Vampirlerin gizemli, cazibeli ve bir yandan da tehlikeli olması, onları bastırılmış cinsel arzu ile ahlaki uygunluk arasındaki gerilimi yansıtmak için mükemmel araçlar haline getirdi. 

Carmilla Gravürü, 1872

Vampirin ısırma eylemi hem hakimiyeti hem de baştan çıkarmayı ifade eden ağır bir cinsel gönderme taşıyordu. Bu etkileşim, geleneksel cinsiyet rollerinin ve toplumun ahlaki yapısının bozulmasına ilişkin daha geniş korkuları yansıtarak, dönemin kadın cinselliğinin özgürleşmesine dair kaygılarını vurguluyordu. Örneğin, “Carmilla”daki kadın vampir, Viktorya döneminin geleneksel cinsiyet rollerini alt üst ediyordu. Güçlü, ve yırtıcı bir kadın figürü olarak Carmilla, dönemin ağırbaşlı ve pasif kadın beklentisine tam bir tezat oluşturuyordu. Bu yıkım, adeta zamanın sosyal normlarına meydan okuyordu.

Stoker ve Le Fanu gibi yazarların derinlemesine işlediği vampir teması, Viktorya Dönemi insanının tüm gerilimlerini ve çelişkilerini yansıtan eleştirel bir ayna haline gelirken, günümüzde de aramızda dolaşan vampirler halen kanımızı emmeye devam ediyor.

Kapak Fotoğrafı: Vampirisme – Bernard Chaouat, Patrice Duvic, 1967