Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Ve Perde: Gösterinin Tuzakları, Seyircinin Tutsaklığı

Shakespeare, hayatın bir tiyatro sahnesi ve bizlerin de oyuncular olduğumuzu söylerken, günümüz toplumunun bir gösteri toplumu ve bizlerin de onun seyircileri haline geleceğimizi düşünemezdi. Gerçek dünyanın yalnızca görüntülere aktarılmak suretiyle onandığı ve görüntülerin gerçek varlıklara dönüştüğü bu dünyada, gösteri dünyasının saldırgan kitle iletişim araçları, adeta hep bir ağızdan şunu haykırmaktadır: 

Görünen şey iyidir, iyi olan şey görünür. (Debord – Gösteri Toplumu)

Peki ama görmenin neredeyse kutsallaştırılmış bir algılama biçimi kılındığı ve hakikatin gösterilene indirgendiği bir toplumda, esas olanın görünmeyen olduğuna nasıl ikna olacağız? Gerçekliğin ve temsilin iç içe geçtiği ve bundan kaçınmanın neredeyse imkânsız hale geldiği bir zaman diliminde, bizler edilgen bir kabullenişe doğru sürüklenirken, gösteri de derinliği ve anlamı yok etmek pahasına, görünür olanı göklere çıkartır. Var olan sistemin koşullarının ve amaçlarının tümüyle doğrulanmasını hedef alan bu kurgunun silahları, gündelik hayatımızın içine “masum” bir şekilde sızarken aslında bizi içten içe istila eden bir ideolojinin aygıtlarıdır. 

Debord seyircinin ne kadar çok seyrederse o kadar az yaşadığını; kendisini egemen ihtiyaç imajlarında bulmayı ne kadar kabul ederse, kendi varoluşunu ve kendi arzularını o kadar az anladığını söyler ve sonrasında devam eder: 

Gösterinin etkin insan karşısındaki dışsallığı, kendi davranışlarının artık bu insana değil, bu davranışları ona sunan bir başkasına ait olması gerçeğinde ortaya çıkar. İşte bu yüzden izleyici hiçbir yerde kendini evinde hissetmez çünkü gösteri her yerdedir.

Brecht’in Her Yeri Kuşatmış Bu Gösteriye Cevabı

blank
©Picture Alliance – AP I Bertolt Brecht

Çatlak bulduğu her delikten sızma eğilimindeki bu gösteriye Brecht, geleneksel dram anlayışının kalıplarını yıkarak kapitalist toplum düzeninin eleştirisini yapan epik tiyatrosuyla cevap verir. Artık seyircinin, dışarıdan bakan bir gözlemci konumuna yerleştirildiği ve kendisini karakterlerden çok, olaylarla ve düşüncelerle özdeşleştirdiği bir tiyatro anlayışıyla karşı karşıyayızdır. Seyirciyi tiyatroda olmadığı yanılsamasına sürükleyen bu yapı, sahne ile seyirci arasına örülen dördüncü duvarı ortadan kaldırarak seyirciyi tümüyle pasifize edilmiş, neredeyse katatonik halinden kurtarır. Nitekim oyuncu da her zamankinden gerçek bir role bürünmüştür. 

Bir Çinli oyuncunun seyirciye yabancı görünmeyi, hatta onu yadırgatmayı istediğini, bu isteğine de kendisine ve oyununa bir yabancı gözüyle bakabilmekle eriştiğini söyleyen Brecht, sahnedeki olaylarla seyirci arasında doğan bu mükemmel uzaklık sayesinde seyircinin seyirle ilgili davranışının eğitilmiş olacağını belirtir. (Epik Tiyatro – Bertolt Brecht)

Brecht’in, duygusal tatmin yaratmanın ötesine geçerek, seyirciyi düşünmeye sevk etmek için kullandığı bu yabancılaştırma yöntemi Marx’ın sözünü ettiği yabancılaşma kavramından farklı olarak yadırga(t)ma anlamına gelmekte olup, gündelik hayat içerisinde olaylara ve nesnelere yüzeysel bir şekilde bakan otomatikleşmiş algımızı kırmaya yöneliktir. 

©Muhsin Akgün I Ben Bertolt Brecht – Genco Erkal

Kapitalizm ve Yabancılaşma İlişkisi 

Her ne kadar Brecht’in devrimci bir üslupla sunduğu epik tiyatrosu seyircinin ezberini bozmaya niyetlense de topluma bu denli nüfuz etmiş bir kültür hegemonyası söz konusuyken, tek başına yeterli olması zor görünmektedir. Özellikle günümüzde yalnızca tiyatro ya da sinema değil, televizyon seyrederken bile bir metalaştırılma sürecine dahil olduğumuz ve görsel tüketimin metaları olan imajlar ve semboller yoluyla maruz kaldığımız subliminal mesajlar hesaba katıldığında, aslında kendi düşüncemiz olduğunu sandığımız pek çok şeyin bize verilen ve bizim de sorgulamaksızın aldığımız düşünceler olduğunu görürüz. Bu noktada iktidarın ekseninin üretimden ziyade tüketim süreçlerine kayması ve kapitalist düzenin boş zamanı ve eğlenceyi bir pazar olarak görmesi aslında şaşırtıcı değildir; tam da kapitalizmden beklenen şeydir.

Kitle iletişim araçlarının bilincimizi esir aldığı ve bizi giderek kendisine daha da bağımlı ve pasif seyirciler haline getirdiği bu durumdan, belki de daha yenilikçi çözümlerle kurtulmak mümkün olabilir. Zira içinde yaşadığımız gündelik hayat, saf bir teslimiyet alanından ibaret değildir. Madem ki toplumsal değişimler beraberinde gündelik pratiklerin de değişimini getiriyor ve her baskı kendi direnişini üretiyor, o halde bireyin kendisini yeniden ürettiği bir algı ve bundan doğan yeni bir direniş biçimi geliştirmesi muhtemeldir. 

Certeau, modern toplumun bireyi silikleştirmesi noktasında, bireyin kurtuluşunu hâlâ bireyin kendisinde ve eylemlerinde görür. Ona göre tüketim esas olsa da tüketim biçimleri farklılıklar gösterir ve burada tüketimi kendilerince yeniden üreten tüketiciler söz konusudur. Bu yeniden üretim, gündelik hayatın, bu sefer iktidarın değil de bireyin yararına, yaratıcı bir şekilde dönüştürülmesi yoluyla olur. Bu tarz eylem biçimleri geleneksel protesto biçimlerinden farklı olarak, iktidarların kodlarını yıkmayı değil de anlamlarını çarpıtıp biçimsizleştirmeyi hedefler. Dadaizm’den Sitüasyonizm’e, geçmişte çeşitli avangard sanatsal ve siyasi hareketlerin esinlediği bu hâkim mesajları bozma pratiği günümüzde kültür bozumu, sokak sanatı, hackerlık, şehir gerillaları, reklam panolarını özgürleştirme, d.i.y (do it yourself / kendin yap) gibi farklı taktikler ve isimler altında hayata geçiriliyor.

İçine Hapsolduğumuz Duvarları Yıkmak

Yine de bu tür taktiksel eylemlerin toplumda kökten değişiklikler yarattığını söylemenin iddialı bir çıkarım olacağına şüphe yoktur. Ama en azından, günümüz kapitalizmi ve iktidar ilişkileri ile farklı düzeylerde mücadele etmek adına bir yol göstermektedirler. Tam da gösterilenin tek doğru olduğunun manipüle edildiği bir çağda, başka türlü bakmaların ve anlamlandırmaların mümkün olduğuna dair bir umudu diri tutmakta, perdeyi aralayamasalar da en azından o perdenin altından çeşitli kıpırtılarla varlıklarını hissettirmektedirler. Zira esas olan, absürd tiyatronun önde gelen yazarlarından Ionesco’nun da dediği gibi, kuklanın iplerini gizlememek ve onları olabildiğine görünür kılmaktır. Her ne kadar epik tiyatro sahneyle aramızdan bir duvarı kaldırarak tam olarak buna işaret etse de öncelikle içine hapsolduğumuz kendi soyut duvarlarımızı yıkmamız gerekir. Biz olayları oldukları gibi değil de olduğumuz gibi görmeye çalıştıkça, gerçek sandığımız şey, toplum tarafından yapılandırılan kolektif bilinçaltımızın filtresine takılmış çarpık bir görüntüden ibaret olacak ve bize asla görünmeyecektir.

Türkiye’de Brecht ve Ionesco Tiyatrosundan Örnekler

Brecht’in oyunları Türkiye’de özellikle amatör tiyatro toplulukları ve tiyatro kulüpleri tarafından oynanmaya başlanmıştır. Genco Erkal’ın da içinde bulunduğu ekip tarafından 1966’larda sergilenen Arturo Ai’nin Önlenebilir Yükselişi oyunu hafızalarda yer eden ilk Brecht oyunu olmuştur. 2000’li yıllarda ise farklı tiyatro toplulukları tarafından oynanmış olan Kafkas Tebeşir Dairesi belki da yazarın ülkemizde en popüler olan eseri haline gelmiştir. Bu oyun Gürcistan’da yaşanan iç savaşı konu eder. Oyun boyunca iyilik-kötülük, özel mülkiyet, halk arasındaki sınıfsal farklar gibi kavramlar irdelenir. Yine Brecht’in tek perdelik oyunu Düğün de ülkemizde halen sahnelenmektedir. Oyun, orta sınıf bir çiftin düğünü sırasında gelişen olayları anlatan bir burjuvazi eleştirisidir.

Kafkas Tebeşir Dairesi – İstanbul Devlet Tiyatrosu

Uyumsuz tiyatronun önemli ismi Ionesco’nun ise yine burjuvazi eleştirileriyle dolu, absürt tiyatro örneklerinden olan Kel Diva, kimlik bunalımlarını yadırgatıcı şekilde anlatan Gergedanlar, insanların birbiriyle savaşları kadar kendi içsel savaşlarını da çarpıcı bir şekilde işleyen İki Kişilik Hırgür oyunları günümüzde de ülkemizdeki tiyatrolar tarafından sergilenmeye devam etmektedir.