Altmış yılı aşkın bir kariyere sahip, her daim çığır açan bir sanatçı olan Georg Baselitz’in (1938, Almanya) son 10 yılda yaptığı eserleriyle oluşturulan sergisi insanı ters düz eden bir perspektif sunuyor.
Georg Baselitz’in Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılan sergisiyle ilgili haberler çıkmaya başladığında ben de kütüphanemde uzun zamandır bekleyen Rachel Cusk’ın Parade adlı romanını okuyordum. Cusk’ın muazzam ilk cümlesi İstanbul’da yeni sergilenen bir sanatçı ile bağlantılıydı:
At a certain point, in his career the artist G, perhaps because he could find no other way to make sense of his time and place in history, began to paint upside down.
Ters olarak yaptığı eserleriyle fazlasıyla dikkat çeken Georg Baselitz ile ilgili birçok röportaj ve içerik okuduktan sonra SSM’de serginin küratörü Sir Norman Rosenthal ve Detlev Gretenkort’u dinleme şansına eriştik. Sergiyi gezerken bir yandan Cusk’ın metinleri aklımda dolaşıyordu. 1969’dan itibaren Baselitz’in ters figürleri yapmaya başlaması ile ilgili Cusk’ın başka bir hikâyesi vardı; Baselitz ise bu eserler aracılığıyla aslında kendi dünyaya bakış açısını düz bakmaya bir meydan okuma olarak açıklıyordu.
Georg Baselitz Kimdir?
Ben yıkılmış bir düzenin, yıkılmış bir coğrafyanın, yıkılmış bir milletin, yıkılmış bir toplumun içine doğdum.
1938 Almanya doğumlu ressam, heykeltıraş ve grafik sanatçısı olan Baselitz, iki totaliter rejimde yaşamak zorunda kalır: Nazizm ve Komünizm. Bu onda otoriteye karşı derin ve kalıcı bir güvensizlik yaratır, çağımızın en radikal ve özgün sanatçılarından biri olmasının da bir anlamda yolunu açar.
Baselitz’in döneminde Batı sanatında “soyut dışavurumculuk” varken Doğu Almanya’da “sosyalist gerçekçilik” akımı mevcut. Sanatçı bu iki akımı da takip etmek istemiyor ve kendine özgü 3. modern bir sanat yolu arıyor ve bunu çağımızın en radikal ve özgün sanatçılarından biri olarak başarıyor. Ressamlığının yanı sıra dev ebatlı heykel çalışmaları ile de dikkat çeken ve 1979’dan itibaren heykele yönelen Baselitz şöyle diyor:
Heykel mucize gibi bir şeydir. Düşüncelerin işareti olarak değil, şeklin sınırları içindeki bir şey olarak inşa edilir, süslenir, keyfi olarak yapılır.
Radikal ve Ses Getiren Tablolar
Tartışmalı olaylarından birini 1963 yılında Berlin’de açılan ilk solo sergisi için yaptığı “Big Night Down the Drain” tablosu ile yaşar. Tablo uygunsuz bulunduğu için hızlıca sergiden kaldırılır ve galeri de para cezası alır. Baselitz’in bu olay için yaptığı yorumda aslında onun otorite karşıtlığı ve düşünme şekli saklıdır:
İnsanların hayal kırıklığına uğrayacağı bir şey yapmak eğlenceliydi. Ama aynı zamanda sıra dışı ve ciddi bir şey de yapmak istedim ve sanatçının çelişki yaratma gücüne sahip olduğum için kendimi çok ayrıcalıklı hissettim.
Provokatif olmayı “düşündürmek” için kullanan sanatçıdan tam da ondan beklenen bir cevap! Onun bu yanı genç çağdaş sanatçılara fazlasıyla ilham veriyor.
Diğer bir radikal ve çığır açan hareketi ise 1969’dan itibaren Baselitz’in resimlerini baş aşağı yapmaya başlamasıdır. Bu aslında onun dünyaya bakış açısıdır. Baselitz yine kendi yolunu yaratmıştır. Baselitz’in Pivotal Turn adlı sergisini organize eden Brinda Kumar, Baselitz’in “tersine stratejisinin” sanatçının eserlerinde temel bir unsur haline geldiğini ve baskı resim ve heykele kadar uzanan kariyerinde deneysel olmaya dair başka fırsatlar bulmakta kendisini özgürleştirdiğini söylüyor.
Sanatçının eserlerindeki baş aşağı figürler, beklentilerimizi altüst ederek alışkın olduğumuz yön ve anlam algılarımızı yeniden düşünmeye zorluyor. Aynı zamanda figürleri ters yüz etmek, geçmişin travma ve psikolojik izleriyle bağlantılı bir metafor görevi görüyor olabilir. Baselitz, bu zorlu konularla doğrudan yüzleşerek izleyicileri tarihsel olayların kalıcı etkilerini ve bunların günümüzü şekillendirme biçimlerini düşünmeye de davet ediyor.
Alman Kimliği ve Baselitz:
Baselitz’in özellikle önemsediği ve irdelediği 3 konu var; Alman kimliği, 2. Dünya Savaşı ile yüzleşme ve yepyeni kendisine özgü sanat yolu bulmak.
Kendi kuşağındaki birçok Alman sanatçının aksine, Gotik Hässlichkeit (çirkinlik) geleneğini benimsemiş ve Alman köklerini inkâr etmeyerek bu geleneği bilinçli bir seçimle sahiplenmiş. Eserlerinde Alman kültürü ve mitolojisinde yeri olan birçok motif (naylon çoraplar, geyik gibi) kullanmış ve yaratmış. Değerlerimizi hatırlamanın, belleğimizde yer etmesinin ve önümüzdeki jenerasyonlara iletmenin şiirsel bir yolu olarak müthiş haz veriyor.
Baselitz, 1973 yılında Almanya’da hiç 2. Dünya Savaşı yaşanmamış gibi davranıldığını, sadece savaş sonrası Almanya mucizesi hakkında konuşulduğunu fark ediyor. Sanatçıların da ”zero hour” yani sıfırıncı saat gibi sadece o zamandan itibaren yeni Almanya doğmuş gibi davranmalarına karşı çıkarak bu kara geçmişle yüzleşilmesi gerektiğine inanmış. En etkileyici eserlerinden biri bu bağlamda savaştan dönen insanların nasıl göründüğünü resmettiği yüreklere dokunan Kahramanlar Serisinden “Nachtessen in Dresden” (Büyük Dostlar) eseri.
Son söz olarak sergiye değinecek olursak, sergiyi son 10 yılın eserleriyle yapmak Baselitz’in fikriymiş. Yeniliği seven, renk uzmanı, kendini kendisiyle tutarlı olarak sürekli yenileyen Baselitz’e katılmamak imkânsız. Alman sanat tarihine yeni bir kimlik inşa eden, özgün, durmadan üreten, yaklaşık 90 yaşında olmasına rağmen hala aktif, tartışmalar yaratmayı seven bu önemli ressam sanatseverleri şaşırtmaya devam ediyor. Sergi, 2 Şubat 2025’e kadar sürecek. Bu arada alanının en iyileriyle düzenlenen konferans etkinliklerine de Sakıp Sabancı Müzesi’nin YouTube adresinden ulaşabiliyorsunuz.